15 Haziran 2010 Salı

Badem haşlama

Yeni bir yöreye alışmanın ilk adımı yerel dili kullanmaya başlamak olsa gerek. Mollahasanlar'da üçüncü ayımızı sürerken, gübreye 'kemere', fideye 'peleste', aşılamaya 'haşlama' demeye başladık.

Dün haşlama ustası Erol ve Ufuk 30 kadar genç badem ve deli eriğe erik, şeftali ve kayısı 'haşladılar'.

Bu haşlama işi permakültür adına yaptığımız en yararlı hamlelerden biri oldu. Arazide kuşların, sincapların ektiği yüzlerce genç badem, meşe, erik, elma, ahlat, alıç, menengiç ağacı var.

Göz aşısı denen bu yöntem Haziran ayında yapılıyor. Deli eriklere papaz eriği, bademe tüylü şeftali ve kayısı aşılandı. Biz daha çok çeşit olsun istiyorduk, aşıcı bütün türlerin aşıda aynı verimi göstermediğini söyledi. Aşılanabiliyor ancak birkaç yıl içinde verimden düşüyor ya da doğal özelliklerini yitiriyor, susuz yaşayamaz oluyor örneğin.

21 Haziran'dan sonra menengiçlere antep fıstığı aşılanacak. Arazide bu yöntemle yetiştirilmiş 7-8 antep fıstığı var. Oldukça da verimli görünüyorlar. Ahlatlara İngiliz aşısı ya da kalem aşısı ile armut çeşitleri aşılacak bunun için de bu bölgede uygun zaman Şubat-Mart imiş.

Besin ormanına meyve ağaçları dikmek için can atıyoruz. Ağaç söz konusu olunca ne kadar erken o kadar iyi. Oysa adımları doğru sırayla atmak gerektiğini öğrendik. Arkadaşımızın hediyesi pavloniaları onu kırmamak için kabul ettik, yetmedi bir de 36 ağacı arazinin iki sınırına aralıklarla diktik. Şimdi sulama vakti geldikçe kara kara düşünüyoruz. Çünkü arazinin her yerine ulaşan yollar henüz açılmadı, çünkü arazinin genel tasarımı oluşmadı, çünkü 1. bölgeden emin değiliz, çünkü bunları bilmek için yaşamaya ihtiyacımız var.

Sözü varolan ağaçlara uygun türler aşılamanın meyve açlığımızı biraz yatıştırdığına getireceğim. Sulamak zorunda olmadığımız 30 tane meyve ağacımız var, ağustos böceği başka ne ister ki?

Kışa hazırlık...

Geçtiğimiz kış Bozburun'da Ahlatdede'deki günlerimizi hayal ederken güneşte pişen salçalar, meşe ateşinde kaynayan konserveler, kuruyan meyveler geliyordu gözümüzün önüne. Bütün yaz karıncalar gibi çalışmış, sonbaharda Lada Niva'sının arkasını kışlık erzakla doldurmuş evine dönen zamane çiftçileri ;-)

Yetiştirdiğimiz değilse de, toprağımızda yetişenler sayesinde elimiz boş dönmeyeceğiz. Can eriği turşusu, hamı tatlı kompostosu, salamura yaprak, çilek ve şeftali reçeli. Üstüne biz de bir şeyler ekleyebilirsek, tadından yenmeyecek.

Bahçe ne alemde?

Geldiğimizden beri yüzlerce tohum ve fide ekmemize rağmen henüz roka dışında bir şey yiyemedik. Sebze bahçesinde işler ağır gidiyor. Sabah 08:30'da göldede ısı 32 dereceydi. Hal böyleyken bahçede olup bitenler:

Armut domatesler aceleci davrandı ilk onların meyvelerini gördük... 











Ardından Çatal domatesler.












Yer kirazının meyvelerine nasıl kıyacağız bilmem?







Kabaklar aldı başını gidiyor, ama henüz tek bir çiçek yok.












Baharat bahçesine ektiğim maydanozlar iki kez tavuklar tarafından eşelendi. Eşelenme huyları yüzünden özgürlüklerini kaybetmek zorunda kaldılar. Besin ormanı yapmayı düşündüğümüz yerde bir çitin içindeler şimdi. Maydanozlar da başlarını kaldırdı, sıcaktan fırsat bulursa büyüyecekler.

Sulama işi önem arz etmeye başladı. Artık her akşam saat 19:00-21:30 arası işimiz bahçe sulamak. İstemeyerek geniş bir alana yayıldık, 2-3 saat içinde sulayıp bitiremeyeceğimiz kadar bitki var. Her akşam başka bir yeri suluyoruz. Karpuzlar, ayçiçekleri, sebze bahçesi, havuz kenarı bostanı, besin ormanına ekilen çalı, çiçek ve meyveler, patatesler, çilekler, çiçekler... Ufuk yukardaki sulama havuzunu çaydan bastığı suyla doldurdu, taşıma suyla olacak iş değil.

Bostancık'tan Tuğrul'un dediği gibi sebze yetiştirmek çok emek istiyor, ancak bir gün her şeyimizi kendimiz yetiştirmeyi hedefliyoruz ve bir bitkiyi tohumdan hasada uğraşmadan tanımak imkansız. Elimde kitaplar, gözüm ektiklerimde yazılanlarla, olanlar arasındaki benzerlik ve farkları kavramaya çalışıyorum. Kilosu 50 kuruştan satılan bir domatesi yetiştirmek için 3 ay uğraşmak akıl kârı değil, öte yandan öğrendiklerimiz paha biçilmez.

Ufuk'un yeni oyuncağı

Dereden havuza su basmak için pancar motor ararken köylülerin 'patpat' dedikleri bu traktörlerden gördük bolca. Bir kısmı hem traktör hem de pompa ilavesiyle su basmak amacıyla kullanılıyor. Ufuk Ezine'de bulduğu bu traktöre gerekli eklemeleri yaptırarak çok amaçlı kullanmayı planlıyordu, ustalar yan çizince plan değişti. Şimdi bir su motorumuz (pancar) bir de mini traktörümüz (patpat) var. Arazi büyük ve engebeli olunca ağır yük taşımak sıkıntı yaratıyor. Eh yarın hasat vakti bolca taşıyacak yükümüz olacak ;-)

14 Haziran 2010 Pazartesi

Üç Silahşörlerden geriye kalan...

Geçen hafta pazardan aldığımız ördeklerle ilgili "pek sevinçli haberler" verecektim size ancak 'Üç Silahşörler'in ikisini kaybettik. Geriye bir tek eğri boyunlu Aramis kaldı. Aramis en büyükleri, boynu da bu yüzden eğri. Pazarda satılmak üzere konuldukları sepet yeterince yüksek olmadığı için omurgasında bir eğrilik oluşmuş. Geldiklerinde üçünün de kafaları yaraydı, sonradan anladık nedenini. Kantaron yağı iyi gelmişti. Ama ufaklıklar dayanamadı. Sanırım geceleri daha sıcak bir yere taşımamız gerekiyordu. Ahlatdede'nin acı tecrübelerinden biri olarak geçti günlüğe...

Bu Çarşamba Aramis'e yeni kardeşler alacağız.









Bu arada biz döllenmemiş yumurta yiyoruz diye kasılırken Vesile (çilek bahçesinde yaptıklarıyla beni önlem almaya zorladığı için Çilli'nin yeni ismi) gurka yattı. Köyden 10 tane horozlu kümes yumurtası ;) bulup altına koyduk, öyle yatıyor. Bir aydır yürüyemeyen Karakızımız da ayaklandı, ayaklanmakla kalmayıp Vesile'nin istemediği yumurtalardan birinin üstüne yattı. Tavukların Duygu Dünyası konulu bir kitabımız olmadığı için ağzımız açık izliyoruz. Dün Vesile su içmeye çıktığında yerine Karakız geçti: 'Kardeş ben bi su içip gelicem, şu çocuklara iki dakka bakar mısın?'