31 Mayıs 2010 Pazartesi

Büyüksün Küçük Menderes

Sıcaktı sıcak, sapı kanlı demiri kör bir bıçaktı sıcak... (Şeyh Bedrettin Destanı, N. Hikmet)

Hava mevsim normallerinin üstünde seyrederken, arazimizin Küçük Menderes çayına bu kadar yakın olmasından nasıl memnunuz anlatamam. Öğle yemeği sonrası rehavetine yenilmeden kamp sandalyelerimizi, kitaplarımızı, dürbünü ve Köfte'yi alıp aşağı iniyoruz. Sonra, sonrası iyilik güzellik... (Bu son cümle de C. Süreya'dan.)

Gelin hamamı

Önceki yazıları okuyanlar Köfte'nin hikayesini biliyor. Beklendiği üzere güvenebileceğimiz bir sahip bulana kadar onu bırakamadık. Arkadaşımız Maho (çiftliği Mollahasanlar köyünün içinde) Köfte'ye memnuniyetle bakacağını söyledi. Bir alıcı bulmuşken kaçırmayalım dedik ve Köfte'yi gelin hamamı için çaya götürdük.

Köfte daha önce de bizimle birlikte çaya yürüdü, keyifle suya girdi, elini yüzünü yıkamamıza ses etmedi. Ama suyun içinde uzun kalmayı sevmiyor.

Köpürte köpürte yıkadıktan sonra havlusuna sarıp uzun uzun taradık. Vücudundaki kepeklerden arındı. Şu son haliyle onu Maho'ya 'kutup ayısı yavrusu' diye yutturabiliriz ;-)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

1. 'Geleneksel' Ahlatdede Pikniği

Mollahasanlar halkı ilk günden beri bize karşı ilgili, samimi ve yardımsever davranıyor. Düzenli görüştüğümüz birkaç aile var. İlk günlerde 'İstanbullular' olarak anılıyorduk. Ufuk'un doktor olduğunu öğrendiklerinden beri de 'Doktor beyler', benim durumum malum, doktorun karısı ;-) Köyde bir kadından bahsederken kocasının adıyla anılırmış, Ramazan karsı (karısı), Ali karsı. Okulda öğretmen çocuğa annesinin adını sormuş, "İsmail karsı" demiş çocuk. Fıkra gibi gülerek anlatıyorlar bize bunu.

Kadınların genel adı 'yenge'. Ufuk'u kahveye davet ederlerken, beni de 'yengeler'le oturmaya gönderiyorlar... Bağ budama işi için kadın işçi sorduğumuzda 'yenge yevmiyesi 20 TL' diye açıklıyorlar, erkeklerinki 30. 'Neden' diyorum, 'budama işini erkekler yapar, beceri isteyen zor bir iştir bu, kadınların işi kesilen sürgünleri toplayıp yakmak, işin özelliğine göre fiyat değişir."  Bağ budamayı, aşı yapmayı bilen birçok kadın var köyde, ancak varolan iş kocalarına yetiyor, onlar da elma, üzüm toplama gibi daha az ücretli kadın işlerine gidiyor.

Evet kadınlar isimsiz ama cisimsiz değil. Kocalarıyla ilişkilerinden başlayarak tüm sosyal, toplumsal ve ekonomik ilişkilerde kendilerini gösteriyorlar. Tarım işçiliğinde kadınların yeri malum, pazarda kendi yetiştirdikleri ürünleri satıyorlar. Bayramiç'te marangozhanelerde çalışan birçok kadın gördüm.

Vandana Shiva Hindistan'da tarımın kadının toplumsal konumunda belirleyici olduğunu, tarım alanları azaldıkça kadının bağımlılığının artacağını yazar. Türkiye'de de durum aynı. Burada kadın tarlada, pazarda kocasıyla beraber. Birlikte üretmenin haklılığıyla kararlara katılıyor. Yeterince para kazanamadıkları için topraklarını satmak isteyen erkeklere direnenler de yine kadınlar.

Piknik diye başladım nerelere vardı söz... Köyün tamamı bizi tanıyor ve karavandaki hayatımızı merak ediyor. Araziye yakın tarlaları olanlar tek tek gelip gördüler. Bizi sıkça evlerinde ağırlayan Ünal ailesi ise topluca ziyaretimize geldi.


Misafirlerimiz için kendimizce hazırlanmıştık ancak onlar ev sahibini bastıracak kadar hazırlıklı geldiler. Karavanda ne var ne yok bilemediklerinden her şeyi yanlarında getirmişler.

İlhan amca geceden çaydan balıkları tutmuş, Gülser abla nohut mayasıyla ekmek mayalamış (gece boyu süren zahmetli bir iş bu, fırın işini halledince deneyeceğim, kendi deneyimlerimi yazarım). Fatma pişi hamurunu karmış. Salata malzemesi, kirazlar torbalara konmuş. Hemen bir ateş yeri hazırlandı, pişiler tavaya atıldı (tava, yağ, un, tuz ve sularını da getirmişler) balıklar kızartıldı. Bana da yemeğin üzerine çay demlemek düştü... Samimi merakları, akıllarına yatmasa da hayatımıza duydukları saygıyla işimizi kolay kıldılar, eksik olmasınlar.

Bir sonraki pikniği çayın yanında yapacağız zira saat 15:00 gibi hava 36 dereceydi.

Sıcak bir yaz olacak!?

Havuz meselesi II

Bentoniti nasıl kullanacağımızı öğrenmek için küçük bir deney düzenledik. İşte sonuçları:
Ufuk karavanın önüne geldiğinden beri sayıkladığı ördek havuzunu kazdı. Köfte'yle ben de zemini sıkıştırdık.






2. kalite toz bentonitin bir kısmını bir kovada suyla karıştırak kardığımız harçla havuzun bir köşesini sıvadık.






 
Baktık saatler sürecek, kalan malzemeyi 5 cm kalınlığında yayıp, elimizle bastırdıktan sonra havuza su vermeye başladık.











Havuz epeyce bir zaman sonra doldu. İçimizde bir iş yapmanın saadetiyle uyuduk...













...ve sabah kalktığımızda durum buydu.

Zemin hazırlığı, uygulama ya da malzemenin özelliği; sorunun ne olduğunu bilmiyoruz, ancak sonuç başarılı olsaydı bile bentoniti tercih edemeyecektik çünkü bu minicik havuz için 40 lt bentonit kullandık, yetmeyince 1 paket süper sıva açtık. Bizim için oldukça pahalı bir malzeme.

Ustalar bugün yukarda ilk kazılan havuzun içini taş ve çimento ile kaplıyor. Minik havuz için şansımızı bir de killi toprakla deneyeceğiz.

28 Mayıs 2010 Cuma

Çadırda yılan var

Çadırı kurduğumuz ilk günlerde Ufuk biri yavru olmak üzere birbirine benzer iki yılan görmüştü. Çadırı yuvalarının üstüne kurduğumuzu düşünmüş, 'evlerini terkediyorlar' demiştik. Dün Ufuk çadıra girmek üzereyken benzer bir yılanla karşılaştı, işin kötüsü Ufuk'tan korkan yılan çadıra girdi.Çadırı depo olarak kullanıyoruz, buna devam edebilmek için yılanı çıkarmamız gerekiyordu.

Köy halkının bize zehirli diye tarif ettiği 'alagöcük'e benzemiyor. Çadırın kapısını olabildiğince açtıktan sonra dışardan vurup rahatsız etmeye çalıştık. Birkaç kez yer değiştirdi. Sonunda bir köşeye pıstı ve hiçbir hamlemize tepki vermez oldu. Biz de çadırın içinde onu aramaya başladık. İçeri girmeden tabi... Tırmıkla eşyaları sağa sola iterek. Kasalardan birinin içine girmiş. Kasayı yavaşça kapıya kadar çektik. Bekledik çıkmadı. Ufuk sopayla kasayı dürtünce hızla uzaklaşarak çalıların arasında kayboldu.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Havuz meselesi

Yağmur suyunu biriktirmek ve çaydan aldığımız suyu depolamak için iki havuz kazıldı. 3 havuz fikriyle yola çıkmıştık ancak paletli kepçenin arazide yarattığı hasarı görünce üçüncü havuzu açtırmaktan vazgeçtik. Permakültür toplam alanın %15'inde su kültürü olmasını öneriyor. Kazılan iki havuzun toplam kapasitesi 40-50 ton. Sulama ihtiyacımızı karşılamaya yeterli. Su kültürü yaratmak için ihtiyacımız olan diğer göletleri ise arazinin farklı yerlerine insan eliyle kazdıracağız. 

Kazılan yerden çıkan topraklar havuzların hemen yanına yığıldı. İlk havuzun kazıldığı yer kayalıktı. Ufuk kayalardan irice iki tanesini hayvanların yuvalanması ve tırmanması için havuzun içinde bıraktırdı (sol üstteki fotoğraf). Ortaya çıkan toprağı da hemen teraslamaya girişti. Eldeki taş ve kayalar yeterli gelmeyince bir traktör taş ısmarladı. Burada teraslara 'seç' diyorlar. Dün seçlerden ikisini tamamladı. Şu sıralarda da üçüncüsünü yapıyor. Seçlerden birine bir meşe dikmiş bile. Havuzların kenarına serpmek için yonca tohumu aldığımız ziraat mühendisi, belli bir derinliğin altından çıkan toprağın bir yıl kadar güneş görmesi gerektiğini, aksi halde verimli olmayacağını söyledi. Biz her şekilde uygun tohumları ve fideleri hemen ekeceğiz. Ormanın kıyısında ve yer üstü bitki örtüsü oldukça zengin bir yerdeki bu havuzun etrafında umarız hayat hızla canlanacak.

İkinci havuzu yükseklik, arazi eğimi vesaire sebebiyle istemeyerek verimli bir yere kazdırdık. Kepçe 3 metreye tek bir kaya parçasına rastlamadan ulaştı, havuza istediğimiz şekli verdi.
Şimdi asıl mesele havuzların yalıtımı.Steve'in ve Eren'in önerisiyle bentonit seçeniğini araştırdık. Ayvacık'ta bentonitten kedi kumu yapan bir yer bulduk. Ufuk sahibiyle uzun uzun fikir alışverişinde bulundu. Sonuç olarak elimizde bentonitin 3 farklı formuyla geri döndük. Sıkıştırıldığında kusursuz yalıtım sağlıyor. Sorun havuzların toprak yan duvarlarına bentoniti uygulamanın kolay bir yolunun olmaması. Büyük alanlara iş makineleri ile püskürterek ve sıkıştırarak uyguluyorlar ancak biz ne bu boy bir makineyi arazimize sokmaya ne de onun saat ücretini ödemeye gönüllü değiliz. Bentoniti aldığımız adam havuzun yan yüzeylerine tuğladan duvar örüp üzerine bentonit karışık çimento ile sıva yapmamızı önerdi. Betonsuz bir yalıtım malzemesi ararken ulaştığımız bentonitçi bize çimento kullanmamızı önerdi. Bentonitin ne menem bir malzeme olduğunu küçük havuzlara uygularak anlamaya çalışacağız. 

 2. kalite toz bentonit 40 kg 15 TL.
Süper sıva, 2,5 kg'lik bir paket, 1 torba çimentoyla hazırlanan harca karıştırılıyor. 12 paketlik ambalaj 25 TL.









Bentonit hammaddesi

23 Mayıs 2010 Pazar

Ahlatdede'nin bilgesi

Karavan kardeşliği

Bozburun'dan arkadaşlarımız Cevriye ve Rıfat karavanlarıyla ilk kamplarını Ahlatdede'de yaptılar. Kaldıkları 3 gün boyunca hava yağmurluydu, yine de buraları çok sevdiler. Bağbozumuna da bekliyoruz...

Kuru Köfte

Bu zat-ı muhterem, Ahlatdede'nin son misafiri Köfte. Adının önüne duruma uygun bir sıfat ekliyoruz. Ayvacık dönüşü sağanak yağmur altında, yolda sağa sola gezinirken bulduk. Ufuk kornayla uyarmasa arkamızdan gelen kamyonet ezecekti. 1 aylık falan olmalı. Arabaya aldığımızda öyle ıslak ve sersemlemişti ki... Önce Ufuk'un koltuğunun arkasında büzüştü... 2 saat gıkı çıkmadı, sonra kendine gelip arabanın arkasındaki tahta tabureye tırmandı. Niyeyse... Temizleyip, toparlayıp uygun bir yere bırakmak kararıyla Ahlatdede'ye getirdik. Nasılsa ıslak deyip, ılık suyla bir de biz yıkadık. Sonra da uzun uzun tarayarak vücuduna yapışmış kepek, yara kabuğu kalıntılarını arındırmaya çalıştık. Kurudukça tüyleri beyazlayıp kabardı, böyle leziz bir Köfte çıktı ortaya...

Parazit ve sanırım uyuz tedavisi yapıp uygun bir yere bırakacağız.

9 Mayıs 2010 Pazar

Hıdırellez Sofrası

Geçtiğimiz yıl  5 Mayıs akşamı hayalimdeki çiftliği bir kağıda çizmiş, kağıdı gül ağacının altına gömmüştüm. Bu yıl Maho'nun hediye ettiği güle dikecek yer ararken fark ettim ki tarih 5 Mayıs ve daha bir yıl olmadan Hızır yetişmiş. "Hemen yenisini çizelim" dedim Ufuk'a. Büyük bir masanın etrafında oturmuş dostlarımızı çizdi Ufuk, önlerinde şarap küpleri, meyve sepetleri, dalından taze toplanmış sebzeler, gölette yüzen ördekler... Gül ağacının dibine gömdük. Sonra da hiçbir şey yetiştiremezsek dostlarımızı neyle doyururuz diye düşündük.

Gıda ormanı yazısında bahsettiğim gibi Ahlatdede'nin kendi ürünleri var. Mevsim sıralamasıyla:

Mayıs; Papaz eriği, asma yaprağı, belki biraz çilek 
Haziran; Orak elması, mis armudu
Temmuz; Erkenci üzümlerden biri
Ağustos; kuşburnu, böğürtlen
Eylül; Antepfıstığı, badem
ve her daim taze köy yumurtası :-)

Bahçede işler yolunda giderse biz de sofraya; domates, biber, patlıcan, fesleğen, fasulye, börülce, barbunya, mısır, roka, marul, maydanoz, salatalık, dere otu, bamya, nohut, soğan, sarmısak, patates, yer fıstığı, kavun, karpuz ve balkabağı koyacağız. Olasılıkla bolca deneyim, biraz da ürün elde edeceğiz. Toprakananın gönlünden ne koparsa kabulümüz...


Ektiğim hiçbir tohum çıkmıyor, sorun ne?

Doğanın ritmine uygun davranmamış olmaktı sorun. Ritmi tutturduk işler yoluna girmeye başladı. Nisan ayında iki ayrı tur ektiğim sebze tohumlarının hiçbiri çıkmadı, toprak dedim, sera dedim, su dedim olmadı. Sonunda Ufuk'un ocak ayında fantastik tohumlar çıkmazsa diye yanlarına sokuşturduğu domates tohumlarından yetişen fideleri ektik. Kalan yerlere de yerli tohumlardan yetişmiş fideleri yerleştirdik. 2 Mayıs (biyodinamik takvime göre tohum ve meyve gününde) ektiğimiz fidelerden, topraklı ektiklerimiz dışındakilerin tamamı öldü. Burnumun direği sızlarken nerede hata yaptığımı düşündüm.

Çatal domatesler dışındakiler ölmüştü. Aralarındaki tek fark domatesleri saksılarındaki topraklara birlikte gömmüş olmamdı. Pazardan aldığım fideleri ise, samanı eşeleyip kartonu deldikten sonra açtığım deliklere yerleştirmiştim. Kartonun altındaki toprak oldukça sıkı, kökleri sarmamış olmalı.

5 Mayıs'ta yeni bir hamle yaptım. Önce her fide için bir yer hazırladım. Samanı aralayıp kartonda küçük bir saksı çapında delikler açtım. Altındaki toprağı fide dikme çubuğu ile yumuşattıktan sonra üstüne bir saksı dolusu torf, toprak ve gübre karışımı koydum. Pazardan aldığım fideleri bu toprağa açtığım deliklere yerleştirip elimle yerlerini sıkılaştırdım.           

İşe yaramış gibi görünüyor. Fotoğraftaki yataklardan üçünde domates, biber, patlıcan çeşitleri, diğer üçünde mısır, fasulye, yemeklik kabak ekili. Acur ve salatalık fideleri büyüyor, fasulyeler filizlenince onları da yerlerine taşıyacağım. Fotoğraf makinesini şarj edince sebzeliğin son halinin fotoğraflarını çekeceğim.

Doğanın ritmi diye başladığım yazının konusu başka bir yöne kaydı, toparlıyorum. Bamya tohumları 5 günde, roka ve marullar 3-4 günde filizlenince anladık ki, zamanı gelen tohum koşullara çok da bağlı olmaksızın filizleniyor. 

Bu arada serada ayçiçeği filizlendirmeye çalışıyorduk, çok sudan çekirdekler çürüdü. Pazardan aldığım yerli çekirdekleri doğrudan yerlerine (sebze fideleri ektiğim yöntemle, toprak dolu çukurlar oluşturarak) ektik. Suladık. Filizleri görene kadar da su vermek yok... Önümüzdeki yılın tohumlarını Bozburun'da Şubat-Mart aylarında ekmeye karar verdik.

Gıda ormanı mı dediniz? Burada hazır yapılmışı var...

Permakültür diye yola düşmemizin nedenlerinden biri, yaşlılık günlerimizde el ayak tutmaz olduğunda, çok uğraşmadan bize bakacak bir gıda ormanı kurmaktı.

Ahlatdede'nin birçok yerinde minik gıda ormanları var. Bkz. aşağıdaki iki fotoğraf:



















Bu ağaç, çalı grubunun içinde; badem, kuşburnu, yabani kuşkonmaz, yemişen (alıç), mis armudu (ahlata aşılanmış) menengiç birarada mutlu mesut yaşıyor. Budanmadan, sulanmadan, gübrelenmeden. Arazinin çeşitli yerlerinde buna benzer birçok adacık var. Orak elması, kaba elma, papaz eriği, hamıtatlı dedikleri başka bir erik türü, 5-6 adet menengiçe aşılanmış antep fıstığı, bolca ahlat ve badem. Ahlata armut çeşitlerini, bademe de kayısı ve şeftali aşılanabiliyormuş. Haziran ayında göz aşısı ile meyve ağaçlarını çeşitlemeye çalışacağız.

Deliveren çilekleri

Mollahasanlar halkının 'yediveren' dediği çileğe inatla 'deliveren' diyorum, baktım düzeltemiyorum bırakmaya karar verdim. Pazardan 12 deliveren fidesi alıp diktik, yerli çileklerden daha iyi gelişmiş fidelerdi, aldığımda çilekleri büyümeye başlamıştı. Yerlerine alışınca gelişip pembeleştiler. Bir tanesini kopartılmış ama yenmemiş olarak samanların üzerinde bulduk. Bazen bu tür faili meçhul olaylarla karşılaşıyoruz. İlk şüpheli tarla fareleri. Arazinin her yeri onların yuvaları ile kaplı. Yuvaları kertentelerle ortak kullanıyorlar. İki gün önce masanın yanından alımlı alımlı geçen fosforlu yeşil kertenkele (25-30 cm boyunda) ben kıpırdanınca fare deliklerinden birinde kayboldu. Makine elimde sandalyenin üzerine tüneyip bekledim. 5 dk sonra başını çıkardı ancak objektifim onu çekecek kadar iyi değildi. İki kez kuyruğunu gördüğüm dev kertenteleyi fotoğraflayana kadar bu güzelim çilekle idare edin.

Tavuk traktörü çalışıyor

Bu kadar mekanik bir başlık attığıma bakmayın. Şerif Ebe'nin iki tavuğunu aldığımız gün kedilerimiz yavrulamış, ailemiz büyümüş gibi sevindik. Geldikleri gecenin ertesinde Çilli'nin yumurtlaması neşemize neşe kattı. Yerlerine alışsınlar diye 3 gün boyunca kümeslerinde tuttuk. Çıktıktan sonra alıp başlarını giderlerse diye korkuyorduk, ne gezer... Karavanın etrafından ayrılmıyorlar. Kızlar için yaptığımız balık konservesinin çoğunu onlar yiyor, yorulunca karavanın gölgesinde pinekliyorlar.

Tavukların yem aramak için başlarını yerden kaldırmayan hayvanlar olduğunu düşünürdüm, yanılmışım. Bizimle o kadar ilgili ve dikkatliler ki... karavanın kapısından dışarı attığım herhangi bir sebze artığını neredeyse havada kapıyorlar.

Karakız iki günde bir, Çilli her gün yumurtluyor. Haftada 10 yumurta, daha ne olsun. 4 tavuk 1 horozumuz olsun, diyorduk bu yıl ekibi büyütmekten vazgeçtik. Herşeyden önce tavuklar düşündüğümüzden daha büyükmüş kümes küçük gelebilir, tavuklar söylendiği gibi horozların liderliğine ihtiyaç duymuyor, akşam saatinde tıngır mıngır gidiyorlar kümeslerine. Ayrıca döllenmemiş yumurtalar yemek bana da kendimi iyi hissettiriyor.