29 Kasım 2010 Pazartesi

Güneye göçtük!

Kasım başında hava soğumaya başlayınca karavanda yaşam zorlaştı. Gündüzleri güneşli saatler iyi hoş ancak son birkaç gece soğuktan uyuyamadık. Şimdilerde nasıldır bilmiyoruz.


Kanatlı ailesini güvenilir ellere teslim ettikten sonra, karavanı köyde bir bahçeye taşıdık. Biraz şarap, üzüm kurusu, elma sirkesi, erik kompostosu derken arabanın arkasında bir Zuzu'luk yer kaldı. Yaşlı kızımız Saha'yı da sepetine koyup güneye göçtük.

Ufuk'un tohum topları ne alem meraktan ölüyoruz. Yediveren çilekleri epey bıyık atmıştı, gelmeden önce çiçeklenmişlerdi çileğe durdular mı acep? Yakın olsak da haftada bir dolaşsak...

Neyse Nisan başında ilkinden daha hevesli ve umutlu olarak döneceğiz toprağımıza... Kazdağı'nı özlesek de kışın güneyde olmanın ayrı bir keyfi de yok değil.

Bahara kadar hoşçakalın...

23 Ekim 2010 Cumartesi

Fare Deliği Permakültürü

Arazide bu sene köylünün söylediğine göre her zamankinden çok fare vardı. Fare deliklerini yalnızca fareler değil, kertenkeleler, yılanlar ve gelincikler de kullanıyor. Fareler bozulan delikleri onarmak yerine yenilerini yapıyor. Demek istediğim fare sayısından çok daha fazla delik var. Madem ki sorun çözümdür permakültüre göre, bu delikleri elimdeki bazı tohumlar için kullanabilirim diye düşündüm.

Üç adımda fare deliği permakültürü uygulaması:

1- Tohumlar yerel olmasına özen gösterilerek seçilir. (Ahlat, alıç, meşe palamudu)

2- Tohum fare deliğine yerleştirilir.

3- Ayakla çiğnenerek delik kapatılır.

Yüzlerce tohum gömdüm bu yöntemle, seneye ya çok çocuklu daha fazla tombul fare ya da daha yeşil bir arazi bekliyorum. Bu yöntem bir tutarsa, bu pis işleri bırakıp Cihangir'e yerleşmeyi, o ekoköy senin, bu ekoköy benim gezerek Fare Deliği Permakültür'ü eğitimi vermeyi planlıyorum.

Ufuk


Tohum topları

Ekim ortasında hazırlayıp attığım tohum topları, son haftanın yağmurlarıyla yeşerdi. Resimlere geçmeden karışım oranı ve içeriklerden bahsedeyim kısaca.

Topları hazırlarken kullanılan oranlar:
1 ölçü tohum
3 ölçü kompost
5 ölçü kil

Topların içindeki tohumlar:
Tereotu, dereotu, fesleğen, kırmızı biber, kimyon, roka, maydanoz, kekik, kadife çiçeği, akasya, gladiçya, katırtırnağı.

Karışımı elimle yuvarlayarak 2 cm çapında toplar yaptım. Elimdeki malzemeden 40 lt'lik bir kovayı dolduracak kadar top çıktı. Toplar 24 saatte kurudular. Arazinin çeşitli yerlerine attım. Fotoğraflarda göreceğiniz gibi tohum toplarının hemen hemen tamamı toprak, kum ve malç gibi farklı zeminlerde beni de şaşırtan bir performansla çimlendi. Çimlenen tohumların neye ait olduğunu şu an anlamak zor, dilerim içlerinde akasyalar da vardır.

Ufuk









15 Eylül 2010 Çarşamba

Hugelkultur

Türkiye Permakültür Enstitüsü'nden Mustafa F. Bakır 'worm tower' konulu bir mailinde Hugelkultur'den bahsediyordu. Verdiği linkten okuduktan sonra mevcut durumda bize çok uygun olduğuna karar verdik. Arazinin birçok yerinde budanmış ağaç dalları yığılı halde duruyor. İlk geldiğimizde bir düzene sokmayı düşünmüştük, sonra ihtiyaç olana kadar dokunmamaya karar verdik. Gün bu günmüş.

Hugelkultur (yığın kültürü), kuru iklimlerde dalların çürümesini hızlandıran bir uygulama. Ufuk, sözünü ettiğimiz dal parçalarını iriden inceye sıraladı önce, üzerine keçi gübresi, üzüm cibresi, Fukuoka topları için topladığımız tohumlardan artan zarflar, toprak ve saman sıralamasıyla yığını oluşturdu. Her tabakayı da güzelce ıslattı.

Gelecek yıl ekmeyi düşündüğümüz alanları daha verimli kılmak için, sürdürülebilir tarıma uygun tüm yolları deniyoruz.

Bağbozumu II (Şıra)

Buğday Derneği'nin Ekolojik Yaşam Rehberi'ndeki ilanlardan bulduğumuz Arma Industry ile birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra bize uygun olduğunu düşündüğümüz bir mekanik üzüm presi sipariş ettik. Ufuk transferde sorun çıkacağını düşünüyordu, ancak ambar presi söylediği gün -saat olmasa da- teslim etti.

Meyve yemektense, bir dikişte suyunu içmeyi seven tembellerden biriyim ben de, en sevdiklerimden biri de üzüm suyu. Erik kompostosu için Gülser ablanın pratik önerisini uygulamış, memnun da kalmıştık. Şıra için de aynısını yaptık.
Presten aldığımız üzüm suyunu süzüp temiz konserve şişelerine koyduk. Kullanılmamış kapakları sıkıca kapatık, su dolu kazanda 1 saat kaynattık. Konserveleme işlemi başarılı. Kışa kadar dayanabilir miyiz bilmiyorum. Belki şarap yapımından sonra bir tur daha şıra yaparız.

Elimizde bir tartı olmadığı için sıktığımız üzüm miktarından emin değiliz, presin %50 verimlilikle çalıştığını tahmin ediyoruz ve bundan çok hoşnut değiliz. Üzüm sıkarken cibreleri biriktirip bir tur daha sıkmaya karar verdik, işe yaradı. Elde ettiğimiz suda yaklaşık %30'luk bir miktar artışı oldu.

Bağbozumu I (Bandırma)

Bir hafta, on gün gecikmeyle de olsa üzüm hasadına başladık. İstanbul'dan sipariş ettiğimiz üzüm presi gelene kadar vakit kaybetmemek için ilk olarak 'bandırma'lık beyaz üzüm topladık.


Zuzu armut ve karpuz kadar üzümü de sevdiği için topladığı üzümleri sepete koyamadan yiyor.








Üzüm kurutmak için gerekli tüm bilgiyi köyden aldık, harfi harfine uyguladık:
1- Beyaz üzümler, özellikle Hafzali (Hafız Ali) olanlar toplandı.


















2- Çam iğnelerinden bir yatak hazırlandı.

3- Üzümler içinde; kekik, zeytinyağı, meşe külü, soda bulunan ve kaynamakta olan kazandaki karışıma bandırılıp çıkarıldı.

4- Güneş alan yataklara yayıldı, bir haftadır kurumakta... Çiyden korumak için geceleri üzerlerini örtüyoruz.

Karpuzun başına gelenler

Mayıs ayında elimizdeki tüm tohumları oraya buraya saçarken, 'bu kadar ürünü kim yiyecek' diye düşünüyorduk. Öncelikle o kadar ürün olamadı. Sebeplerini -en azından anladıklarımızı- önceki yazılarda ele aldık, az buçuk yetişenlerin de taliplisi o kadar çoktu ki bize kalmadı.

Bal kabağı, fasulye, barbunya ve patatesleri tarla farelerine kaptırdık. Bize çok görünen tohum ve fidelerin toprağın gerçek sahipleriyle paylaşmak için çok az olduğunu anladık. Önümüzdeki yıl çok daha fazla tohum atacağız, fareler için de caydırıcı önlemler düşünmemiz gerekecek.

Karpuzlara gelince... 5 ayrı yere, 6'şar tohum ekmiş, bitkiler geliştiğinde 3'er tane bırakmıştık. Yani 15 kök karpuz bitkimiz vardı. Hemen hepsi meyve verdi ve çoğunu fareler yedi. Kalan iki tanesini göz hapsinde tutuyorduk ki bir gün bununla karşılaştık.













"Fareler... onlardan başkası olamaz" diye düşündük önce. Fare yuvalarına kadar sürüklenmiş minik karpuzlar görmüştük birkaç kez.

Ancak işin bir çeteye ait olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Evet, karpuzda ilk deliği fareler açıyordu, ardından devreye ördekler, Zuzu, son olarak da karıncalar giriyordu.

Anlaşılan seneye sadece fareler için değil, çetenin tamamı için çare bulmamız gerekecek.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Havuz meselesi III

İkinci büyük havuzumuz Ahlatdede sakinlerinin kullanımına açıldı. Ufuk'la içimiz gidiyor, ne var ki havuzu dereden bastığımız ve epeydir yukarki havuzda bekleyen suyla doldurduk. Yılın en sıcak günlerinde ağzımızın suyu aka aka izliyoruz Limon, Eğriboyun, Tütü ve Zuzu'yu.

İlk yapılan havuzdan çıkan toprakla yaptığımız setler canlanmaya başladı. Ufuk'un yoğun çabalarıyla -mühendis beyin 1 yıl güneş görmeden bir şey yetişmez dediği topraklardan- biber yiyoruz artık. Bakıyoruz bağ oluyor, yaşasın!

Bu yeni havuzun kenarında kumdan bir set oluştu. Şu haliyle bırakırsak, kış yağmurlarıyla bağa doğru inecek. Gübre, malç ve kompost katkısıyla toprak yapıp, sonbaharda Fukuoka topları ekeceğiz ki, orman çıksın ;-)


Şaka bir yana ilk havuzda sığ köklü de olsa her tür bitkinin erozyonu önlediğine tanık olduk. Ara ara kısa yoğun yağışlar oldu yaz boyu. Kış yağmuru alır götürür diyorlar, ne gam, tohum toprağı bulduktan sonra... Baktık olmadı yine ekeriz, daha iyi, daha bol ekeriz. Gözümüz yese taştan bir set örmek en garantili çözüm olacak. Hava biraz serinledikten sonra belki?

10 Ağustos 2010 Salı

Arıtma, arıtmama

Başlangıçta karavandan çıkan gri suları arıtmak için 60 litrelik bir varilden basit bir filtre sistemi yapmıştık.Kuru tuvalet kullandığımız için septik bir arıtmaya ihtiyacımız olmadığını düşünmüştük. Arıtma varilimizde su üstten giriyor, yukarıdan aşağıya doğru kum, ince çakıl ve kaba çakıldan geçiyordu. Varilin altındaki bir delikten bir hortum çıkıyor ve buradan akan arıtılmış su, üstteki kum hizasının altından dışarı, bitkilere veriliyordu. Duşta, bulaşıkta, temizlikte zeytinyağlı köy yapımı sabun ve arap sabunu kullanıyorduk. Bir süre sonra varilin üstü jöle kıvamında bir tabakayla kaplandı ve üzerine dökülen arıtılacak suyu geçirmez olmaya başladı. Kum tabakanın sıkça temizlenmesi, yüzeyinde delikler açılması gerekiyordu. Arıtmadan çıkan suyun beslediği bitkilerin neşesi ise yerindeydi hep.


Birgün arap sabunundan vazgeçtik, varili de çıkardık aradan. Gri su doğrudan bir hortumla havuza giriyor şimdi. Havuzda kedi kuyrukları, japon şemsiyesi, nane, aksaz var. İki kişiyiz. Ortalama günlük 50 lt. su kullanıyoruz. 60 cm. çap ve 40 cm. derinliğindeki havuzumuz bu suyu tüketmeye yetiyor. Havuz çevresinde kurbağalar, kertenkeleler vb. ile bir mikroklima oluşuyor sanki. Bir iki asmayı da ağaçlara sardırınca bereketli bir yere dönüştü bizim atık havuzu.

Öğrendik ki; su ve sabun yıkamaya da yıkanmaya da yetiyor, atığı da bitkilere zarar vermiyor. En azından bizim ölçülerimizde böyle bu iş.

Ufuk


Havuzun 20 Nisan'daki durumu yeşil sabunla bitkilerin arasının hiç de fena olmadığını gösteriyor.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Günebakan ayçiçekleri !?

İki kelime aynı bitkinin adları olmalarına rağmen aynı şeyi tanımlamıyor sanki. Gün boyu güneşi izleyen ve açtığında güneş gibi görünen bu çiçeklere kim, neden ayçiçeği demiş ki? Tipik bir Türk olarak çekirdek yemeye bayılırım ama günebakanları ekme nedenim çekirdek yetiştirmek değildi. Resim olarak seviyorum onları. Ahlatdede'nin girişindeki kısacık yolu sağlı sollu günebakanlarla süslemek istedim. Bitkiler gelişirken arabasıyla girip çıkanlara epey eziyet oldu. Üstelik gelişmek için çok zengin toprak isteyen bu bitkileri ne yazık ki verimsiz ve eğimli bir toprağa mahkum ettim. Yine de biraz özel ilgiyle büyümeyi ve çiçek açmayı başardılar.

Bu arada günebakanlar her zaman güne bakmıyor aklınızda olsun.

Yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz - I

Kök bitkileri gelişmek için yumuşak ve mümkünse kumluca toprak sever.
Nisan ayında soğan, sarmısak ve patates ekmek için varolan otların üzerine karton ve saman koyarak yerler hazırlamıştık. Birkaç hafta sonra da kartonlarda kendimizce yeterli olduğunu düşündüğümüz boyda delikler açarak (tohum olarak patates yumrusu, arpacık soğan, dişlere ayrılmış sarmısak kullandık) tohumları ektik. 

Geçen hafta (yaklaşık 1,5-2 ay sonra) hasat ettiğimiz soğanların durumu budur. Kök bitkiler gelişebilmek için yumuşak toprağa ihtiyaç duyuyor. Toprağı gevşetmediğimiz ve üst organik tabakası henüz yeterli olmadığı için bitkiler gelişmiyor. Yaşadıklarımızdan Öğrendiklerimiz listesine bunu ekleyip seneye ekeceğimiz yerlerin hazırlığına giriştik. Havuz problemini çözmüş olmanın sevinciyle seneye damla sulama yapmayı planlıyoruz. Ekip diktiğimiz tüm alanları karavana biraz daha yaklaştırıp, daha küçük bir çemberin içinde kalmamız gerektiğini anladık. 
'En iyi gübre çiftçinin gölgesidir' deyişi deneyimlerimizle doğrulanıyor. Her gün göz attığımız bitkilerle haftada bir uğradıklarımız arasında belirgin fark var. Domateslere dadanan tırtıllarla baş etmek için rahatsız edici olarak ısırgan spreyi, yok edici olarak ellerimizi kullanıyoruz. 4-5 domatesimizi kaybettik, kalanlar bizimdir. Nohutları kimin yediğini ise asla öğrenemeyeceğiz.

Permakültürün önemli kısmı yerel bilgide gizli. Patates bitkileri boylanınca kendi ağırlıklarını taşıyamaz oldular. Köylü belli bir boya ulaştığında dibini toprakla doldurarak hem bitkiyi destekliyor hem de daha geniş kök alanıyla daha çok ürün elde ediyor. Patateslerin yan sürgünlerinin kartonları aşmakta zorlandığını ve uzayan bitkileri desteklemek gerektiğini görünce, kartonları çıkarıp (işlerini fazlasıyla görmüşlerdi) patateslerin dibini samanla destekledik. Bakalım ne olacak?

















13 Temmuz 2010 Salı

Kuşlar, Harika Kuşlar*

* Başlığı Hubert Reeves'in YKY'den çıkan aynı adlı kitabından aşırdım. İlk gençlik çağındakiler için yazılmış bir bilim kitabı. Ortaöğretimdeki bilim derslerinden alamadığım bilgi ve zevki 40'lı yaşlarımda aldım sayesinde. 

Ahlatdede'nin kanatlı ailesi azalıp artarak hayatına devam ediyor. Yazmak için can attığım konularda tatsız gelişmeler olunca bu yazı taslaklar dosyasında keyfimin geri gelmesini bekledi.

Bilenler bilir Vesile 3 Temmuz'a tamamlanacak bir gurk dönemine girmişti. 1 Temmuz'da ilk yavruyu gördük ve kümesin kapısında beklemeye başladık. Kalan yumurtalardan iki tanesi çatladı, ancak ilk doğan folluktan aşağı düşünce Vesile kalan yumurtaları terk etti. Sonra da bizim yumurtalarla imtihanımız başladı. Çatlak yumurtalardan çıkan iki yavruyu Vesile'ye emanet edip diğer yumurtaları aldık. Termofor yardımıyla sıcak tutmaya çalıştığımız yumurtalardan birinin içindeki çıkmak için epey debelendi. Biraz da bizim desteğimizle kabuğunu kırdı. Adını Sezaryen koyduk. Bu arada Vesile yumurtaları gözden çıkardı. Sezaryeni çatlak yumurtalardan birine daha uyguladık, ancak ne yazık ki o daha hazır değilmiş. Birkaç saat dayanabildi. Günün sonunda 5 civciv, şaşkınlık ve düşünüp almadığımız tedbirler için pişmanlığımız kaldı geriye. 

... ancak hikaye bitmedi. Civcivlerin kümesteki ikinci gecesinde beklenmedik biri geldi. Zuzu bizi uyandırdığında çok geçti. Vesile kümeste korkmuş, şaşkın civcivlerden eser yok. 3 aydır hiçbir tehlike
yaşamadığımız için kümesin kapısını kapatmayı ihmal eder olmuştuk. Üç silahşörlerden sonra koruyamadığımız 4 can daha :-(

Aradan 1 hafta geçti. Vesile'nin yanlızlığı yüreğimizi sızlatsa da yeni civcivler almamayı başardık. Bu arada bize Vesile'nin altına koyduğumuz yumurtaları getiren Gökhan olanları babasına anlatmış olmalı ki adam köyde, "size cibili tavuk vereceğim' diye üzerimize atladı. Bizimkilerin kardeşleri. 1 sarı, 3 kırçıllı, 4 siyah. Bizden kaçıp evlerine dönmüşler sanki.Güler misin, ağlar mısın? Analarıyla birlikte 8 cibimiz ve çok daha büyük bir sorumluluğumuz var şimdi.
Yazı biraz uzasa da konuyu kapatmadan kanatlı ailesinin diğer üyelerine dair iki satır yazmak istiyorum. Eğriboyun, Limon'u (ilk aldığımız 3 ördekten kalan omurgası eğri ördeğe arkadaş olsun diye aldığımız yavru) görür görmez himayesine almıştı. Aileyi büyütelim diye son aldığımız 2 yavruyu ise nedense benimsemedi. Limon'un yumuşak tavrından cesaret alıp ilk gece hepsini kedi kutusunda yatırdık. Sabaha sorun çözülmüştü. Şimdi Limon önde (yaş olarak küçük ama daha sağlıklı olduğu için lider artık o) yavrular (Nane ve Tütü) ortada, Eğriboyun en arkada gezinip duruyorlar.

Zuzu fırsat buldukça ördek ailesini kovalıyor. Birkaç kez yakaladı da, azar ve cezalarla zaptetmeye çalışıyoruz. İstese tek hamlede öldürebilir, bütün derdi peşinden koşacak tüylü biri. Saha'yı (kedimiz) denedi yüz görmedi. Bütün hayvanların kendi türlerinden bir arkadaşı olmalı. Zuzu bunu en çok hakedenlerden biri ancak biz göze alamıyoruz. Ördekler gündüz kaçıp, gece karavanın altında Zuzu'nun arkasında yatıyor. Aralarında bizim anlamadığımız bir uzlaşma var gibi...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Bahçeden (Haziran)

Neredeyse bir ay olmuş yeni kayıt girmeyeli, aslında arayı kapatacak kadar malzeme de birikti. Bir ucundan tutup usul usul anlatayım.

Malçlamaya devam...
Haziran ayı epey yağışlıydı. Elimizde kalan samanları (ki oldukça ıslaktılar) malçlama için kullanalım dedik. Sonhabar ve ilkbaharda kullanacağımız yerlerdeki otları biçip oldukları yerde bıraktık. Buğday ve yonca ekmeyi düşündüğümüz yerlere sadece saman, ilkbaharda gıda ormanı için bulabildiğimiz çalı ve ağaçları dikeceğimiz alana karton ve gazete üstü saman yaydık. 

Karton - gazete stoğumuz tükendiği için malçlama işi yarım kaldı. Tembellik etmeyip erken uyanırsak çalışmak için ideal saatler 06:00-08:00. Akşam 18:30-21:00 arası da aylık plana göre sulama yapıyoruz. Biraz ondan, biraz bundan derken o kadar çok şey ekmişiz ki sulama listesi yapmadan işin içinden çıkamadık. İhmaliniz yüzünden ölen her bitki, aç unutulmuş bir hayvan kadar vicdan sızlatıyor.





Güney Ormanı'na (*)  ektiğimiz fidanların altını malçladık. Sonbaharda yonca, bakla gibi nitrojen tutucular ekmeyi düşünüyoruz.

(*) Fatoş biz 'güney ormanı' deyince gülüyor, haklı da pek iddialı bir isim. Sulama listesi için gıda ormanı olarak hazırladığımız güneye bakan bölgeye bir isim vermek gerekiyordu. İsim babası Ufuk, Derviş'in fikri-zikri meselesi...  

 
Pazardan kabak alıp yemeye başlayalı 2-3 hafta oldu, bizimkiler nazlı nazlı büyümede. Bu kadar bekleyince her bir sebze öyle değerleniyor ki, şu güzelim kabakları rendeleyip mücver yapmaya yüreğimiz elverecek mi bilmiyorum. 


Bahçedeki onca denemenin içinde en çok çilek yetiştirmeyi sevdim. Sebebi malum, ektiklerimizin içinde en hızlı ürün veren çilekler. Düzenli ve yeterli sulandığında üstlerinden çiçek, çilek eksik olmuyor. Henüz küçük bir kase bile dolduramadık ne gam. 'İlk sene bir şey beklemeyin seneye ürün alırsınız' dediler içim rahat. 3-5 gün önce bıyık (yeni sürgün) atmaya başladılar. Bahçeyi hazırlarken koyduğumuz kartonlar işlerini yaptı filizler toprağa ulaşsın diye kartonları alacağız.

İki gün önce bahçeden ilk salatamızı yaptık: 3 yaprak marul, bolca roka, minik bir demet maydanoz ve fesleğen. Yeşillikler için işin ilmi sulama. Karıncalara kaptırdığım onca marul tohumundan geriye kalan 4 taneye gözüm gibi bakıyorum, bu arada hemen yeni tohumlar ektim. Bu kez toprağı düzenli suluyorum. 3 gün içinde filizlendiler. Su var, hayat var...
Erikler biterken, orak elmaları ve armutlar yetişti. Elmalardan turşu (Cevriye'nin tarifiyle), marmelat ve sirke yaptık. Her zamanki gibi deneme maksatlı minik ölçülerde. Sirke için sevgili Ayla Seyhun'dan yeni bir tarif aldık (elmayı her şeyiyle doğrayıp -çekirdekler dahil-, az tuzlu suya koy, 3-5 tane nohut at, ağzına tülbent geçirilmiş bir kavanozda yeterince beklet) deneyeceğiz.

Zuzu (nam-ı diğer Köfte) bütün meyveler gibi armudu da çok seviyor. Bu kadar çok meyvenin olduğu bir yerde meyve oburu bir hayvan beslemek büyük kolaylık. Dün akşam ağzını şapırdata şapırdata karpuz yedi bizimle.

15 Haziran 2010 Salı

Badem haşlama

Yeni bir yöreye alışmanın ilk adımı yerel dili kullanmaya başlamak olsa gerek. Mollahasanlar'da üçüncü ayımızı sürerken, gübreye 'kemere', fideye 'peleste', aşılamaya 'haşlama' demeye başladık.

Dün haşlama ustası Erol ve Ufuk 30 kadar genç badem ve deli eriğe erik, şeftali ve kayısı 'haşladılar'.

Bu haşlama işi permakültür adına yaptığımız en yararlı hamlelerden biri oldu. Arazide kuşların, sincapların ektiği yüzlerce genç badem, meşe, erik, elma, ahlat, alıç, menengiç ağacı var.

Göz aşısı denen bu yöntem Haziran ayında yapılıyor. Deli eriklere papaz eriği, bademe tüylü şeftali ve kayısı aşılandı. Biz daha çok çeşit olsun istiyorduk, aşıcı bütün türlerin aşıda aynı verimi göstermediğini söyledi. Aşılanabiliyor ancak birkaç yıl içinde verimden düşüyor ya da doğal özelliklerini yitiriyor, susuz yaşayamaz oluyor örneğin.

21 Haziran'dan sonra menengiçlere antep fıstığı aşılanacak. Arazide bu yöntemle yetiştirilmiş 7-8 antep fıstığı var. Oldukça da verimli görünüyorlar. Ahlatlara İngiliz aşısı ya da kalem aşısı ile armut çeşitleri aşılacak bunun için de bu bölgede uygun zaman Şubat-Mart imiş.

Besin ormanına meyve ağaçları dikmek için can atıyoruz. Ağaç söz konusu olunca ne kadar erken o kadar iyi. Oysa adımları doğru sırayla atmak gerektiğini öğrendik. Arkadaşımızın hediyesi pavloniaları onu kırmamak için kabul ettik, yetmedi bir de 36 ağacı arazinin iki sınırına aralıklarla diktik. Şimdi sulama vakti geldikçe kara kara düşünüyoruz. Çünkü arazinin her yerine ulaşan yollar henüz açılmadı, çünkü arazinin genel tasarımı oluşmadı, çünkü 1. bölgeden emin değiliz, çünkü bunları bilmek için yaşamaya ihtiyacımız var.

Sözü varolan ağaçlara uygun türler aşılamanın meyve açlığımızı biraz yatıştırdığına getireceğim. Sulamak zorunda olmadığımız 30 tane meyve ağacımız var, ağustos böceği başka ne ister ki?

Kışa hazırlık...

Geçtiğimiz kış Bozburun'da Ahlatdede'deki günlerimizi hayal ederken güneşte pişen salçalar, meşe ateşinde kaynayan konserveler, kuruyan meyveler geliyordu gözümüzün önüne. Bütün yaz karıncalar gibi çalışmış, sonbaharda Lada Niva'sının arkasını kışlık erzakla doldurmuş evine dönen zamane çiftçileri ;-)

Yetiştirdiğimiz değilse de, toprağımızda yetişenler sayesinde elimiz boş dönmeyeceğiz. Can eriği turşusu, hamı tatlı kompostosu, salamura yaprak, çilek ve şeftali reçeli. Üstüne biz de bir şeyler ekleyebilirsek, tadından yenmeyecek.

Bahçe ne alemde?

Geldiğimizden beri yüzlerce tohum ve fide ekmemize rağmen henüz roka dışında bir şey yiyemedik. Sebze bahçesinde işler ağır gidiyor. Sabah 08:30'da göldede ısı 32 dereceydi. Hal böyleyken bahçede olup bitenler:

Armut domatesler aceleci davrandı ilk onların meyvelerini gördük... 











Ardından Çatal domatesler.












Yer kirazının meyvelerine nasıl kıyacağız bilmem?







Kabaklar aldı başını gidiyor, ama henüz tek bir çiçek yok.












Baharat bahçesine ektiğim maydanozlar iki kez tavuklar tarafından eşelendi. Eşelenme huyları yüzünden özgürlüklerini kaybetmek zorunda kaldılar. Besin ormanı yapmayı düşündüğümüz yerde bir çitin içindeler şimdi. Maydanozlar da başlarını kaldırdı, sıcaktan fırsat bulursa büyüyecekler.

Sulama işi önem arz etmeye başladı. Artık her akşam saat 19:00-21:30 arası işimiz bahçe sulamak. İstemeyerek geniş bir alana yayıldık, 2-3 saat içinde sulayıp bitiremeyeceğimiz kadar bitki var. Her akşam başka bir yeri suluyoruz. Karpuzlar, ayçiçekleri, sebze bahçesi, havuz kenarı bostanı, besin ormanına ekilen çalı, çiçek ve meyveler, patatesler, çilekler, çiçekler... Ufuk yukardaki sulama havuzunu çaydan bastığı suyla doldurdu, taşıma suyla olacak iş değil.

Bostancık'tan Tuğrul'un dediği gibi sebze yetiştirmek çok emek istiyor, ancak bir gün her şeyimizi kendimiz yetiştirmeyi hedefliyoruz ve bir bitkiyi tohumdan hasada uğraşmadan tanımak imkansız. Elimde kitaplar, gözüm ektiklerimde yazılanlarla, olanlar arasındaki benzerlik ve farkları kavramaya çalışıyorum. Kilosu 50 kuruştan satılan bir domatesi yetiştirmek için 3 ay uğraşmak akıl kârı değil, öte yandan öğrendiklerimiz paha biçilmez.