29 Mayıs 2010 Cumartesi

1. 'Geleneksel' Ahlatdede Pikniği

Mollahasanlar halkı ilk günden beri bize karşı ilgili, samimi ve yardımsever davranıyor. Düzenli görüştüğümüz birkaç aile var. İlk günlerde 'İstanbullular' olarak anılıyorduk. Ufuk'un doktor olduğunu öğrendiklerinden beri de 'Doktor beyler', benim durumum malum, doktorun karısı ;-) Köyde bir kadından bahsederken kocasının adıyla anılırmış, Ramazan karsı (karısı), Ali karsı. Okulda öğretmen çocuğa annesinin adını sormuş, "İsmail karsı" demiş çocuk. Fıkra gibi gülerek anlatıyorlar bize bunu.

Kadınların genel adı 'yenge'. Ufuk'u kahveye davet ederlerken, beni de 'yengeler'le oturmaya gönderiyorlar... Bağ budama işi için kadın işçi sorduğumuzda 'yenge yevmiyesi 20 TL' diye açıklıyorlar, erkeklerinki 30. 'Neden' diyorum, 'budama işini erkekler yapar, beceri isteyen zor bir iştir bu, kadınların işi kesilen sürgünleri toplayıp yakmak, işin özelliğine göre fiyat değişir."  Bağ budamayı, aşı yapmayı bilen birçok kadın var köyde, ancak varolan iş kocalarına yetiyor, onlar da elma, üzüm toplama gibi daha az ücretli kadın işlerine gidiyor.

Evet kadınlar isimsiz ama cisimsiz değil. Kocalarıyla ilişkilerinden başlayarak tüm sosyal, toplumsal ve ekonomik ilişkilerde kendilerini gösteriyorlar. Tarım işçiliğinde kadınların yeri malum, pazarda kendi yetiştirdikleri ürünleri satıyorlar. Bayramiç'te marangozhanelerde çalışan birçok kadın gördüm.

Vandana Shiva Hindistan'da tarımın kadının toplumsal konumunda belirleyici olduğunu, tarım alanları azaldıkça kadının bağımlılığının artacağını yazar. Türkiye'de de durum aynı. Burada kadın tarlada, pazarda kocasıyla beraber. Birlikte üretmenin haklılığıyla kararlara katılıyor. Yeterince para kazanamadıkları için topraklarını satmak isteyen erkeklere direnenler de yine kadınlar.

Piknik diye başladım nerelere vardı söz... Köyün tamamı bizi tanıyor ve karavandaki hayatımızı merak ediyor. Araziye yakın tarlaları olanlar tek tek gelip gördüler. Bizi sıkça evlerinde ağırlayan Ünal ailesi ise topluca ziyaretimize geldi.


Misafirlerimiz için kendimizce hazırlanmıştık ancak onlar ev sahibini bastıracak kadar hazırlıklı geldiler. Karavanda ne var ne yok bilemediklerinden her şeyi yanlarında getirmişler.

İlhan amca geceden çaydan balıkları tutmuş, Gülser abla nohut mayasıyla ekmek mayalamış (gece boyu süren zahmetli bir iş bu, fırın işini halledince deneyeceğim, kendi deneyimlerimi yazarım). Fatma pişi hamurunu karmış. Salata malzemesi, kirazlar torbalara konmuş. Hemen bir ateş yeri hazırlandı, pişiler tavaya atıldı (tava, yağ, un, tuz ve sularını da getirmişler) balıklar kızartıldı. Bana da yemeğin üzerine çay demlemek düştü... Samimi merakları, akıllarına yatmasa da hayatımıza duydukları saygıyla işimizi kolay kıldılar, eksik olmasınlar.

Bir sonraki pikniği çayın yanında yapacağız zira saat 15:00 gibi hava 36 dereceydi.

Sıcak bir yaz olacak!?

1 yorum:

  1. Ne guzel! Bir ailenin sizi "evlat" edinmesi o kadar onemli ki. Sizin adiniza sevindim.

    YanıtlaSil