15 Eylül 2010 Çarşamba

Hugelkultur

Türkiye Permakültür Enstitüsü'nden Mustafa F. Bakır 'worm tower' konulu bir mailinde Hugelkultur'den bahsediyordu. Verdiği linkten okuduktan sonra mevcut durumda bize çok uygun olduğuna karar verdik. Arazinin birçok yerinde budanmış ağaç dalları yığılı halde duruyor. İlk geldiğimizde bir düzene sokmayı düşünmüştük, sonra ihtiyaç olana kadar dokunmamaya karar verdik. Gün bu günmüş.

Hugelkultur (yığın kültürü), kuru iklimlerde dalların çürümesini hızlandıran bir uygulama. Ufuk, sözünü ettiğimiz dal parçalarını iriden inceye sıraladı önce, üzerine keçi gübresi, üzüm cibresi, Fukuoka topları için topladığımız tohumlardan artan zarflar, toprak ve saman sıralamasıyla yığını oluşturdu. Her tabakayı da güzelce ıslattı.

Gelecek yıl ekmeyi düşündüğümüz alanları daha verimli kılmak için, sürdürülebilir tarıma uygun tüm yolları deniyoruz.

Bağbozumu II (Şıra)

Buğday Derneği'nin Ekolojik Yaşam Rehberi'ndeki ilanlardan bulduğumuz Arma Industry ile birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra bize uygun olduğunu düşündüğümüz bir mekanik üzüm presi sipariş ettik. Ufuk transferde sorun çıkacağını düşünüyordu, ancak ambar presi söylediği gün -saat olmasa da- teslim etti.

Meyve yemektense, bir dikişte suyunu içmeyi seven tembellerden biriyim ben de, en sevdiklerimden biri de üzüm suyu. Erik kompostosu için Gülser ablanın pratik önerisini uygulamış, memnun da kalmıştık. Şıra için de aynısını yaptık.
Presten aldığımız üzüm suyunu süzüp temiz konserve şişelerine koyduk. Kullanılmamış kapakları sıkıca kapatık, su dolu kazanda 1 saat kaynattık. Konserveleme işlemi başarılı. Kışa kadar dayanabilir miyiz bilmiyorum. Belki şarap yapımından sonra bir tur daha şıra yaparız.

Elimizde bir tartı olmadığı için sıktığımız üzüm miktarından emin değiliz, presin %50 verimlilikle çalıştığını tahmin ediyoruz ve bundan çok hoşnut değiliz. Üzüm sıkarken cibreleri biriktirip bir tur daha sıkmaya karar verdik, işe yaradı. Elde ettiğimiz suda yaklaşık %30'luk bir miktar artışı oldu.

Bağbozumu I (Bandırma)

Bir hafta, on gün gecikmeyle de olsa üzüm hasadına başladık. İstanbul'dan sipariş ettiğimiz üzüm presi gelene kadar vakit kaybetmemek için ilk olarak 'bandırma'lık beyaz üzüm topladık.


Zuzu armut ve karpuz kadar üzümü de sevdiği için topladığı üzümleri sepete koyamadan yiyor.








Üzüm kurutmak için gerekli tüm bilgiyi köyden aldık, harfi harfine uyguladık:
1- Beyaz üzümler, özellikle Hafzali (Hafız Ali) olanlar toplandı.


















2- Çam iğnelerinden bir yatak hazırlandı.

3- Üzümler içinde; kekik, zeytinyağı, meşe külü, soda bulunan ve kaynamakta olan kazandaki karışıma bandırılıp çıkarıldı.

4- Güneş alan yataklara yayıldı, bir haftadır kurumakta... Çiyden korumak için geceleri üzerlerini örtüyoruz.

Karpuzun başına gelenler

Mayıs ayında elimizdeki tüm tohumları oraya buraya saçarken, 'bu kadar ürünü kim yiyecek' diye düşünüyorduk. Öncelikle o kadar ürün olamadı. Sebeplerini -en azından anladıklarımızı- önceki yazılarda ele aldık, az buçuk yetişenlerin de taliplisi o kadar çoktu ki bize kalmadı.

Bal kabağı, fasulye, barbunya ve patatesleri tarla farelerine kaptırdık. Bize çok görünen tohum ve fidelerin toprağın gerçek sahipleriyle paylaşmak için çok az olduğunu anladık. Önümüzdeki yıl çok daha fazla tohum atacağız, fareler için de caydırıcı önlemler düşünmemiz gerekecek.

Karpuzlara gelince... 5 ayrı yere, 6'şar tohum ekmiş, bitkiler geliştiğinde 3'er tane bırakmıştık. Yani 15 kök karpuz bitkimiz vardı. Hemen hepsi meyve verdi ve çoğunu fareler yedi. Kalan iki tanesini göz hapsinde tutuyorduk ki bir gün bununla karşılaştık.













"Fareler... onlardan başkası olamaz" diye düşündük önce. Fare yuvalarına kadar sürüklenmiş minik karpuzlar görmüştük birkaç kez.

Ancak işin bir çeteye ait olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Evet, karpuzda ilk deliği fareler açıyordu, ardından devreye ördekler, Zuzu, son olarak da karıncalar giriyordu.

Anlaşılan seneye sadece fareler için değil, çetenin tamamı için çare bulmamız gerekecek.